SANAT ENSEMBLE “Baha ve Çılgın Yetmişler”le, yakın dönem Almanya tarihinin genellikle göz ardı edilen bir bölümünü tiyatro sahnesine taşıyor.
ABD‘de disko müzik yaratılmış, Eurovision Şarkı Yarışmasını kazanan ABBA’nın “Waterloo”su her yerde duyuluyor. Ve Almanya‘da dört bir yanında üç yüzden fazla yerde yüz binden fazla misafir işçi “vahşi grev”e gidiyor. 70’ler gayet “çılgın” ama grevler “vahşi”; yani “yasadışı”. Bir zamanlar kendilerine sunulan her türlü pis işi minnetle kabullenen o gayet itaatkâr ve uysal Türkler, Yunanlılar, İtalyanlar ve diğerleri şimdi sanki o bildik insanlar değiller. Ansızın ekonomik mucizenin yarattığı Frankenstein‘lara dönüştüler. Ezilip büzülmeden, insani koşullar altında eşit işe eşit ücret talep ediyorlar. Bu arada unutmadan, fitili ateşleyenler de kadınlar…
“Misafir işçiler idareyi ele mi alıyor?”
Bild gazetesi, 29 Ağustos 1973
Köln‘deki Ford fabrikasındaki grev gelmiş geçmiş en büyük grevdi. Çoğunluğu Türkiye‘den gelen on iki bin işçi beş gün beş gece boyunca fabrikayı işgal etti. Köln tramvaylarındaki çok dilli anonslara, Şansölye Willy Brandt‘ın sağduyu çağrısına ve fabrika kapılarında işçileri grevi sonlandırmaya çağıran Türk diplomatlara meydan okudular. Ama en kötüsü medyadaki karalama kampanyasıydı. İşin sonunda, Allensbach Enstitüsü Ekim 1973‘te Ford grevi sözcüsünün adını bilmeyenlerin nüfusun sadece yüzde sekizi olduğunu tespit etti: Baha Targün.
“Ford grevinin büyüsü; Baha‘nın Che Guevara, İsa ya da 1968‘in tipik devrimcilerini anımsatan hitabet gücü ve gençlik karizmasıyla doğrudan alakalı.”
Baha Almanca konuşabiliyordu, karizması vardı ve kendisini ikna edici bir şekilde ifade edebiliyordu. “Vahşi grev”in karşısında yer alan iş konseyi ile görüşmeler yaptı. Basın açıklamaları yayınladı, mücadelenin gerekliliği konusunda her gün ikna ettiği işçiler hep bir ağızdan şarkılar söylediklerinde onlara katıldı. Grev; Belçika‘dan gelen parayla tutulmuş coplu grev kırıcılar, fabrika güvenliği, Ford yöneticileri ve sivil polislerin işbirliğiyle beşinci gününde acımasızca bitirildi. Öncesinde içeri adam sokarak Baha Targün’ün grevle birlikte ikonikleşen megafonunu tahrip etmişlerdi. O gün orada olan bazı eski grevcilere bakılırsa, Targün’ün megafonu elinde olsa ve kısık sesini duyurabilse grev zor bastırılırdı.
Ford Grevinden iki yıl sonra Baha Targün, bir Türk işadamına yönelik “tehdit”, “gasp” ve “ağır yaralamaya teşebbüs” iddialarıyla suçlandı ve yargıç Victor Henry de Somoskeoy tarafından altı yıl hapis cezasına çarptırıldı. Kölner Stadt-Anzeiger gazetesinden yerel avukatlar ve gazeteciler, suçlama ve kararla ilgili önemli şüphelerini dile getirdiler. Bunun arkasında intikam mı vardı? Bir yıl önce aynı yargıç, Kiesinger‘in Nazi geçmişini ortaya çıkaran üst kademe Nazi avcısı Beate Klarsfeld‘i iki ay hapse mahkûm etmişti.
Baha‘nın Köln-Ossendorf ve Remscheid hapishanelerinde geçirdiği o beş yıl da “Baha ve Çılgın Yetmişler” öyküsünün elbette bir parçası.
Baha Targün bir zamanlar Türkiyelilerin Cohn-Bendit‘iydi. Ancak hem o hem de 1973 grev dalgasının diğer pek çok kahramanı unutuldu gitti. Resmi tarih hikâyeyi grevin bastırılmasıyla bitirirken sözü şöyle bağlar: “Kısa bir süre sonra göçmen işçi alımı durduruldu.” Doğru, ancak peşine hiç değilse şu da eklenebilirdi: “Misafir işçiler haysiyetleri adına işte böyle mücadele ettiler.” Bir zamanlar Max Frisch ne demişti? “İşçi çağrıldı, insanlar geldi.” İşte şimdi artık o gelen insanların sadece ekonomik mucizeye katkıda bulunmadıklarını, aynı zamanda Alman demokrasi tarihinin de bir parçası olduklarını kabul etme zamanıdır.
“Baha ve Çılgın Yetmişler” sözlü ve yazılı anılara dayanıyor. Araştırma için Baha‘nın aile üyeleri ve aralarında çok sayıda Almanın da bulunduğu arkadaşlarıyla görüştük. Greve bizzat katılmış iki eski Ford çalışanı da yapımda rol alıyor. Aslında bu oyuna belgesel tiyatro da diyebilirdik. Ne var ki yapım ekibinin gönlünden Jesus Christ Superstar ya da The Who‘nun Tommy’si misali bir rock-opera yapmak geçiyor. Sonuçta, Ford‘un yatakhaneye çevrilmiş deposundaki o unutulmaz geceler de en safiyane cinsinden rock‘n‘roll‘du.
“Tartıştık, oylama yaptık, şarkı söyledik, müzik çaldık, dua ettik, dans ettik, birlikte yemek yedik, örgütlendik ve bir Türkün anlattığı masalı dinledik.”
Oyunun müzikal çerçevesini, özellikle bu gösteri için yazılmış şarkılar belirliyor. Ana bestecimiz Nedim Hazar, solist ve besteci olarak yer aldığı 80‘lerin Alman-Türk kült grubu Yarinistan‘ın eşsiz sesini bu oyun için yeniden canlandırıyor. Elbette sözlerini Sabahattin Ali‘nin unutulmaz dizelerinden alan “Aldırma Gönül” gibi mahkûmlar için yazılmış teselli türküleriyle Anadolu ezgilerine ya da günümüz rap müziğiyle buluşan Janis Joplin, Ton Steine Scherben ve Barış Manço‘dan esintilere de yer var.
Müzik, ön planda iki çellonun yer aldığı bir rock orkestrası tarafından canlı olarak çalınıyor. Anadolu havaları da “Freedom‘s just another word for nothing left to lose” da bu sahnede hayli farklı tınlıyor. Kölnlü gazeteci Felix Kopotek‘e bakılırsa, Janis Joplin‘in şarkısı Ford Grevi repertuarının bir parçası olabilirdi. “Kaplanın sırtında dans” başlığıyla Kölner Stadt Revue‘de yayınlanan makalesinde grevcilerin duygularını çok güzel tarif ediyordu: “Bu özgürlük patlaması, bu ferahlama hissi; hani bir emsal olsa, bir kıvılcımı tutuştursa! Ne akıl almaz olurdu!”